Küçük Albert Deneyi: Bilim Dünyasının Kan Donduran Olayı
Küçük Albert Deneyi: Bilim Dünyasının Kan Donduran Olayı
Şubat 1920’de, davranış psikolojisi önderlerinden psikolog John Watson ve asistanı Rosalie Rayner tarafından gerçekleştirilen Küçük Albert Deneyi yıllar geçmesine rağmen hala tartışılan konulardan birisi. Hopkins Hastanesi, kreşindeki bir bebeğin ailesine ulaşılıp belirli bir miktar ücret ödeyerek deney yapmak istediklerini açıkladı. Maddi imkansızlıklardan dolayı ailesi, Albert’ın denek olarak kullanılmasını ne yazık ki kabul etti. Böylece Amerikalı Psikolog John Watson etik kurallarını hiçe sayarak, 8 aylık bebek Albert üzerinde tarihin en utanç verici deneyini yapmış oldu. Deneydeki amaç, “korku” davranışının doğuştan mı geldiğini yoksa sonradan mı kazanıldığını öğrenmekti. Bu deneyi kısaca ne olduğumu söylemek gerekirse, bu deney “Şartlandırma Deneyi.” idi.
Minik bebeğe sırasıyla beyaz bir fare, tavşan, yanan kağıt parçaları, peruk, maske gibi ilk kez karşılaşabileceği nesneler ve durumlar gösterilmişti. Amaç, Albert’ın ilk kez karşılaştığı nesnelere karşı tepkisini incelemekti. Sonuç olarak Albert, gördüğü hiçbir nesneye karşı korku göstermedi; hatta her şeye gülümsedi.
Bu testten sonra Albert boş bir odaya götürüldü. Odada Albert’ın üzerine oturduğu bez yatak haricinde hiçbir eşya bulunmuyordu. Daha sonra Watson ve asistanı Rayner odadan çıkıp, yalnız bıraktıkları Albert’ın yanına beyaz laboratuvar faresi saldılar. Albert, fareden korkmadığı gibi, tam tersi bir tepki göstererek fareyi çok sevip yakalamaya çalışıp, gülmeye başladı.
Artık deneyin can alıcı kısmı gelmişti: Albert, sunulan her beyaz cisme veya beyaz fareye dokunduğunda çeşitli ürkütücü sesler verilmekteydi. Albert, beyaz fareye her dokunuşunda iki çekici birbirine vurup ürkütücü sesler çıkarmaya ve korkmasına sebep oluyorlardı. Oda yeniden sessizleşince fareyle oynamaya devam eden Albert, yine fareye dokunduğu ilk anda psikologların çıkardığı o gürültülü sese maruz kaldı
Albert çok geçmeden fareye karşı tedirginlik duymaya başladı. Çünkü fareyi, korkutucu bir gürültüyle ilişkilendirmeyi öğrenmişti. Bu deney birkaç gün sürdü ve aynı şekilde tekrarlandı. İlerleyen günlerde
Watson ve Rayner, deneyi tavşan ve başka tüylü objelerle de desteklediler. Çıkan sonuç: Albert, özellikle beyaz renkli, tüylü bir nesne görse ondan korkup, ağlamaya başladı ve kaçmak istedi.
Artık Albert gördüğü pamuk, beyaz tavşan ve benzer nesnelerin karşısında demir çubuklarla çıkarılan ses olmamasına rağmen korkmaya başladı. Bununla yetinmeyen Watson, çıtayı yükseltip bir gün Albert’i tuttukları odaya asistanıyla beraber beyaz sakal ve beyaz elbise giyip daldı. Gözünde giderek ona yaklaşan beyaz bir şey fark eden Albert, durmaksızın ağlamaya ve titremeye başladı. Böylece 1920’lerde yapılan bu deneyle bilim insanları koşullu korkuyu kanıtlamış oldu.
Deney sonrası kimi yazılara göre Albert iyileştirilmedi ki zaten iyileştirilse de bu olaylar örgüsü bilinç altına yerleştiği için gelecekte bu kaygının onu nasıl etkileyeceği muallaktaydı. Kimi yazılara göre de aynı deney tekrarlandı ve Albert’a sunulan beyaz fareler ve cisimler ona güzel gelecek seslerle bağdaştırıldı ve dokunması sağlandı. Kimi yazılara göre de annesi, yapılan deneyden haberdar değildi ve Albert’i alıp kayboldukları açıklandı. Albert’a ne olduğu hala tam olarak bilinmese de gerçek olan şu ki denek olarak kullanılan bu bebek sadece 8 aylıktı. Albert’ın ruh sağlığı için bir iyileştirmeye başlasalardı da, geçmişin derin ve karanlık izlerini ne denli silebileceklerdi bilinmez.
Böyle bir deneye maruz kalan bir bebeğin, hayatı boyunca karşılaşacağı olumsuzlukların önemsenmemesi hala daha davranışçı ve hümanist psikologlar tarafından tartışılan bir konu olarak gündemde ve bu tepkiler daha da uzun süre devam edecek gibi duruyor. Küçük Albert Deneyi, etik dışı olması sebebiyle büyük tepkiler çekse de koşul ve korku alanında birçok uzmanın el altından faydalandığı bir deney olmuştur.
Yazımızı John B. Watson’ın çocukluk döneminin ne kadar önemli olduğunu söyleyen şu ilginç sözlerleriyle bitirmek istiyoruz; “Bana bir bebek verin, onu büyütür, emekletip yürütürüm. Tırmanmayı öğretir ve taştan ya da ahşaptan evler yapmak üzere ellerini kullanmasını sağlarım. Ya da bir hırsız, katil veya esrarkeş yapabilirim onu. Bir çocuğu her yönde şekillendirmek mümkün.”
Önerilen Yazı: Grönland Bir Adayken Avustralya’ya Neden Kıta Denmektedir?